29 Ekim 2013 Salı
Hayatın Şifresi
Hayat koşuşturmacası hiç bitmiyor, tersine her nesille daha da hızlanıyor. Bitmez bir yarış içinde kaybolup giderken, neyi neden yaptığımızı düşünmek için bile nefeslenemeden ömürler bitip gidiyor. Nedir hayatın anlamı?
Hayat büyük acılardan sonra mı anlam kazanır? Çünkü herşey yolunda giderken, bize lutfedilen birçok güzelliğin farkında bile olamıyoruz. Dönüm noktaları, köşe başları bu acılar mıdır? O zaman mı kıymetlenir sahip olunan? Acılar olmadan gelişilemez mi? Bir kelebeğin kozasından çıkarken çektiği zahmet gibi bir bedel midir acı cekmek, kanatlarımızın güçlenmesi ve özgür kalmamız için?
Çektiğiniz acıları, yasadığınız zorlukları sevin dostlar, bu acılar güzelliklere açılan bir kapı, mutluluğun tadını çıkarmanız ve şüketmeniz için yapılan bir hatırlatmadır.
Kalpten kalbe bir rica:
Temponu düşür
Hiç durup sokak aralarında olanlari seyrettin mi? Çocuklari seyredip, damda tıpırdayan yağmur damlasının şarkısını dinledin mi?
Neşeyle uçan kelebeğe dikkatle baktın mı? Kanatlarındaki muhteşem sanatla gözlerine bir ziyafet çektin mi?
Olduğun yerde dur ve nefeslen, içine çektiğin her nefesin farkına var, temiz hava ciğerlerini her doldurduğunda şükret.
Çok hızlı dansetme muzik birgün susacak.
Gün boyunca koşturup duruyorsun, hep ama hep mi acelen var?
Ne haber dediğin kişinin cevabını merak ettin mi ve o cevabı dinlemek icin vakit ayırdın mı?
Günü yatağına yattığında bitirebildin mi, yoksa hala kafanin icinde yapilacak binlerce şeyi mi taşıyorsun?
Yavaşlamalısın.
Hayat gercekten kısa, acele ederek gideceğin yere ulaştığında, alacagin keyfin yarısını çöpe atılmış bil.
Gün boyunca kaygılıysan, sabah aldığın hediye paketini açmadan attığını düşün.
Temponu düşür, hızlı koşman yolu kısaltmayacak. Merdivenin son basamağına kadar tırmanmayı başarmış olabilirsin. Umarım son basamakta yanlış yere tırmandığını farkedip üzülmezsin.
27 Ekim 2013 Pazar
Herşey Çok Güzel Olacak
Herşeyin kötü gittiğini düşündüğünüz an. Birçoğumuz deneyimlemiştir böyle zamanları. Size yok böyle bir şey, sadece bir yanılsama desem? Herşey çok kötü giderken aldığınız, baska bir konudaki sevinçli bir haber bütün kasvetinizi dağıtabiliyor. Sorunlarınız aynen devam ettiği halde, hiçbirşey düzelmediği halde, kendinizi harika ve hafiflemiş hissedebiliyorsunuz yeni bir gelişmeyle. Peki sorunlarınız aynen dururken, kendinizi nasil daha iyi bir ruh halinde buluyorsunuz? Yani yasadığınız sorunlara verdiğiniz tepki neye göre değişiyor? Aynı siz, farklı zamanlarda, farklı ortamlarda, hatta farklı yaşlarda farklı tepkiler verip, farklı hissedebiliyorsunuz.
Yaşadıklarınız, hissettikleriniz, belki de kendinizi içinde bulduğunuz cehennem, zihninizde ve içinden çıkılmaz değil. Değistirilemez de değil. Olaylari değiştiremeseniz de tepkilerinizi değiştirmek sizin kontrolünüzde. Hiç kolay olmadığını biliyorum, inanın biliyorum. Ama biraz çabayla mümkün. Peki nasıl mümkün?
1. İyi hissettiginiz şeyleri yapın.
2. Size kendinizi mutlu hissettiren dostlarla konuşun.
3. Sevdiğiniz, yapmak istediğiniz ama hep ertelediğiniz şeylerin peşine düşün. Şimdi hiç sırası değil demeyin, asıl şimdi tam sırası.
4. İcinde ızdirap cektiğiniz düşüncelere, insanlara ve duygulara sırtınızı donun. Siz uyurken bile basucunuzda bekliyorlar biliyorum. Yüreğinize öyle çöreklenmişler ki hiç bitmeyecek bir sıkıntı veriyorlar. Bitecek elbette, herseyin bir zamani var sadece. Bitecek güzel dostum, bitecek. Sadece zamana ihtiyacin var.
Bir günde hiçbirsey duzelmeyecek, bu süreci yaşayacaksin. Köşe başında hep seni bekleyecek de olsa seni daraltan ızdırabın. Gececek merak etme. Hicbirsey sonsuza dek surmez. Bu süreci sakince ve en az zararla atlatmaya calış. Kendini daha az inciterek, kendine daha şevkatli olarak. Sadece kendine zaman tanı. Cıkacaksın bu savaştan. Biliyor musun savaşların kazananı yoktur. Savaşa giren yara bere almadan birşeyler kaybetmeden cıkamaz. Bu yaşadığını alnının akıyla atlattığında, sen aynı sen olmayacaksın. Günahlarınla, sevaplarınla büyüyerek çıkacaksın bu savaştan. Düşeceksin ama kalkacaksın. Hatalar yapacaksın ama telafi edeceksin. Bu güç yaradılışında var. Tabi ki tekrar kalkacaksın, canın yansa da, yaralansan da kalkıp yürümeye devam edeceksin.
Yürü sadece, yürü. Arkandan kimin gelip, gelmediğine bakma, sadece yürü.YAPABİLİRSİN...ilk düşen sen değilsin. Ayağa kalkabilirsin. Herşey çok güzel olacak.
15 Ekim 2013 Salı
Iyi Bayramlar
İyi Bayramlar Sevgili Dostlar,
Hakettigimiz gibi guzel bayramlar yasayalim insallah. Sevgi degil mi hayatta olmamizin amaci? Cok sevelim, cokca da sevilelim bu hayatta. Sevincle karsilansin her merhabamiz. Varligimizdan butun dunya memnuniyet duysun.
Dunyada zararsiz olmak yetmez, varligimiz zenginlestirsin etrafimizi. Bir isik olsun, bir umut olsun, bir sifa olsun. Olsun da, kime olursa olsun. Bayramimiz kutlu olsun. Hersey hakedene, hakettigi kadar olsun.
Varligimiz guneste yanana golge, golgede donana gunes olsun. Bayraminiz bayram gibi senlikli ve sevincli olsun, sevdiklerinizle hayat bulsun. İyi bayramlar.
14 Ekim 2013 Pazartesi
Hedef Koymak
Başarı mekanizmasını en iyi harekete geçiren şey hedef koymaktır. Başarının iki temel şartı vardır: ne istediğini tam olarak bilmek ve de bunun bedelini ödemek. Ne istediğini bilmeyen ancak başkasının isteklerini gerçekleştirmesine yardım eder.
Hedefe ulaşmak için:
1.Neyi çok istediğine, ne yapacağına karar ver. İçinde güçlü bir arzu olsun. Çok fazla şeyi kısa sürede yapmaya çalışmak gerçekçi olmadığı için inancı zayıflatır. Makul olun.
2.Hazır olduğunuzda hedefinizin sizin olacağına inanın. Hedefi yazmak inancınızı güçlendirir. Bu hedefe ulaşmak istediğiniz tarihi de yazın. Bu tarihi 3 aylık ve bir aylık parçalara bölün.
3.Nerden gelip nereye gittiğini iyi bil. Gideceğin yer kadar, şu an bulunduğun yer de önemli.
4. Hedefinle arandaki bütün engelleri yaz. Işe en önemlisiyle başla. Diğerleriyle oyalanma.
5.Hedefine giderken ihtiyacın olan bilgi ve becerileri toparlaman gerekiyor.
6.Hedefine giderken doğru kişilerle yürümek işini kolaylaştırır.
7.İyi bir planın olsun.İyi bir plan öncelik sırsını belirleyerek başlar. Aynı anda pek çok şeyi yapmaya çalışmak sonuç getirmeyeceği için moral bozukluğu yaratır.Yapılacak en önemli iş ne, ona karar ver.
8.Başarılı olmak için sürekli hareket halinde olmak gerekir. Küçük ama başarıya giden hareketler sürekli olduğunda büyük sonuçlar yaratırlar.Temponu koru. Asla durma.
8 Ekim 2013 Salı
Sorunlara Çözümler
Küçük şeylere üzülerek en önemli
saatlerimizi harcıyoruz. Çoğumuz hiç önemsemememiz gereken şeyler için kendimizi üzüyoruz. Habuki, en guzeli, yaşamımızı, harcanan enerjiye değecek hareket ve duygulara adamak. Yani gerçek
sevgilere,büyük düşüncelere ve kalıcı ve anlamlı şeylere.
Üzüntü ve mutsuzluklarımızın büyük bölümü
GERÇEKLERDEN değil, HAYAL GÜCÜMÜZDEN
kaynaklanıyor.
Endişelendiğiniz şeyin gerçekleşme olasılığı nedir? Bir düsünün bakalım, bugune kadar endişelendiğiniz şeylerin kaçı başınıza geldi. Senaryo yazmayı bırakmanın zamanı gelmedi mi?
Peki, gerçek bir sorunla karşılaştığımızda ne yapalım?
1. Sorunu
ortaya detaylıca koyun.
2. Bu sorunun ya da başarısızlığın en kötü
sonucu ne olabilir?Gerçekleşebilecek EN KÖTÜ sonucu belirleyin.
3. Kendinizi, bu en kötü sonuca hazırlayın.Ve sonrasında bu durumu düzeltmeye
çalışın.
NASIL?
Çözmeniz gereken sorunla ilgili endişelenmeyin. Unutmayın üzüntü ve endişe konsantrasyonu bozar.
Önce konuyla ilgili bütün bilgileri toplayın. Gerçekleri kendi lehine uygun toplamayın. Çünkü
gerçekleri ararken genelde kendi beklentimize uygun olanları görüp, diğerlerini gözardı ederiz.
İnsanların düşünmekten kaçmak için
yapamayacağı şey yoktur. Kendimizi haklı çıkaran ve ön yargılarımızı
doğrulayan gerçekleri seçeriz inanmak için. Kişisel isteklerimize uymayanlar
ise bizi çoğu zaman öfkelendirir.
Doğru bilgileri toplamanın yöntemi ne olabilir?
Gerçekleri fark
etmeye çalışırken, bu
bilgileri kendinize değil, bir başkasına
topladığınızı düşünün. Böylece objektif ve serin kanlı olur, duygularınızdan
arınırsınız.
Bir savcı gibi davranıp
beklentilerinize ters düşen gerçekleri
de ortaya koyun.
Bütün gerçekleri
tarafsız bir biçimde
ortaya koymadan sorunları çözmek mümkün
değildir
Sorunu açıkça ortaya koymak karara
varmayı kolaylaştırır.
Gerçekleri ayrıntılarıyla ortaya
koyduğunuz takdirde sorun buharlaşıp kaybolacak ve çözüm kendi kendine
gelecektir.
Çözüm, tüm bilgiler
toplandığında tıpkı ekmek
kızartma makinasından fırlayan ekmek gibi ortaya çıkar.
Denemeye değer.
DİKKAT! Çözümün bir insanı
değiştirmekse, SAKIN DENEMEYİN! Değiştirebileceğiniz tek kişi kendinizsiniz.
Gerçekleri bir kağıda yazmak işleri
kolaylaştırır.
Kağıda ne yazalim?
1-Neden
endişeleniyorum?
2-Bu konuda ne
yapabilirim?
-Alternatif çözüm seçenekleri neler?
-Hangisi en iyisi?
3-Seçtigim çözümü uygulamaya ne
zaman başlıyorum?
4-Doğru kararı ver, karar verme
aşamasından sonra geriye dönüp
sorgulama. SADECE YAP! Bu noktadan sonra
kafa yormak ve düşünmek sakıncalı olabilir. İnsanın aklının karışmasına neden
olur.
Böyle zamanlarda
bir karar vermeniz ve asla geriye dönüp bakmamanız gerekir.
Tanrım, bana değiştiremeyeceğim
şeylere katlanma, değiştirebileceğim şeyleri çözme bu ikisi arasındaki farkı ayırdetme bilgeliği
ver.
Çin atasözü
Hepimiz, zaman
içinde değiştiremeyeceğimiz
hoş olmayan durumlarla karşılaşırız.
Böyle bir durumda
iki seçeneğiniz var:Ya
durumu kabullenip kendimizi buna alıştıracağız, ya da isyan edip çıldıracağız.
KAÇINILMAZI KABUL
EDİN
Zihin ancak en kötü
şeyi kabullenmeye hazır olduğunda tam anlamıyla huzura kavuşur. Olanları
kabullenmek, talihsizliğin sonuçlarına katlanmanın ilk adımıdır.
Üzüntü ve
endişeyle baş etmenin en iyi yolu,
kendinizi yapıcı bir işe vermenizdir.
İnsan beyni ne kadar kusursuz çalışırsa çalışsın aynı anda fazla şey
düşünemez.
Hiç kimsenin kaçınılmazla mücadele ederken
bir yandan da yeni bir hayat yaratabilecek gücü yoktur. Birini seçmek gerekir.
İçinde yaşadıklarınızı içinizde
yaşatmak zorunda değilsiniz.
Cennet de cehennem
de bizim içimizde bunu yaratan koşullar değil.
Batan güneşe ağlamayın. Güneş yeniden doğduğunda
ne yapacağınıza karar verin.
-DALE CARNEGİE
Karanlık olmasaydı, aydınlığın ne önemi olurdu? Üzülmeyin, iyi olacaksınız. Sevgiyle kalın...
KAYNAK: Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak Dale Carnegie
7 Ekim 2013 Pazartesi
Yemeyen Çocuk
Yemeyen çocuk ömür törpüsü. Kardeşim de ben de
yemeyen çocuklarmışız.
Utanç verici ama, ilkokul bitene kadar annemin
bizi kaşıkla beslediğini hatırlıyorum. Yemek sofraları bir işkenceydi... “Hiçkimseyi, hiçbirşeyi kıskanmadım hayatımda, yiyen çocukları kıskandığım kadar”
diye bir sözü vardı annemin. Kendi yemeyen çocuklarıma sahip oluncaya kadar bir anlam
veremediğim bu söze şimdi içtenlikle katılıyorum.
İki miniğimin ikisi de ilk
altı aylarında son derece tombullardı. Anne sütüyle beslendikleri sürece kilolarında bir sorun yaşamadık. Ne zaman ki katı gıdalara geçtik, yeme
problemleri başladı. Hem öyle böyle bir problem değil, doktorlarını endişeye düşürecek kadar zayıflardı. İlk iki yıllarında boyları ortalamanın üstünde olmasına rağmen, kiloları büyüme eğrisinin altına düştü (%1’in altında).
İlk çocuğumda bu durum beni çok korkuttu. İnternette yemeyen çocuklarla ilgili okumadığım yazı kalmadı. Bir de annemle
babam demesinler mi beceremiyorsun bu işi, yediremiyorsun bu çocuğa yemek… Sanki onların çocukları çok yiyordu da. Torunlarına kıyamadıkları için yapıyorlardı, ama benim psikolojimi anlamadıkları kesindi.
Halbuki evdeki tüm zamanım, binbir çeşit yemek hazırlamak ve binbir çeşit şaklabanlıkla, şarkılarla, oyunlarla oğluma yemek yedirme çabasıyla geçiyordu. Calışan bir anne olmama
rağmen, haftasonlarının gelmesini hiç istemiyordum, çünkü iki gün boyunca süt içmek dışında hiçbirşeyi ağzına almıyordu küçuk sıpa. Bense yemek yapmak ve onun çevresinde dört dönmekten, dinlenmek bir yana, sinir stress icinde geçiriyordum haftasonlarımı.
Eşimin bu durumdan çok memnun olduğu söylenemezdi. Strese girdikçe, onun da gününü rezil ediyordum çünkü.
Oğlumu pazartesi günleri bakıcısına bıraktığımda, bakıcısı kızıyordu, gene zayıflatmıssın bu çocuğu diye. Halbuki yuvada yemek konusunda sorunsuzdu. Kadına inanmadığım için birgün saklanıp izledim gerçekten yiyor mu diye. Bizimki ağzını hızlı hızlı açıyor, arka arkaya lokmaları yutuyordu. Üstelik, yemeklerini ben hazırladığım için lezzetlerde bir fark da yoktu. Gel de çöz bakalım bu sırrı.
Oğlumun kilo alması gittikçe yavaşladığı için, doktorumuz bir çocuk
psikiyatristine gitmemizi önerdi. Oldukça ünlü, yemeyen çocuklar konusunda
uzman Alman bir psikiyatriste gittik. O
sırada oğlum birbuçuk yaşındaydı. Bu deneyimimi sizlerle paylaşmak istedim ki, benzer sorunlarla karşılaşıyorsanız, belki biraz fikir alabilirsiniz.
Öncelikle oğlumun herhangi bir
sağlık sorunu ya da alerjisi sebebiyle kilo alıp almadığını birkaç testle kontrol ettiler. Herhangi bir sağlık sorunu yokmuş. Bazı çocuklarda alerji ya da ciddi bir sağlık sorunu kilo sorunlarına sebep oluyormus. Bir sonraki adımda, bize oğlumuz ve
kendimiz için öğlen yemeği getirmemiz söylendi. Mutlaka aç gelin dediler. Bizi yemek masası, sandalyeler, mama sandalyesi olan bir
odaya yerleştirdiler. Kendileri de bir yandaki odaya
geçtiler. İki odayı bir ayna ayırıyordu. Doktorun ve asistanlarının olduğu odada bir kamera
vardı. Hadi bakalım, evde nasıl yemek yiyorsanız, burada da aynı biz yokmuşuz gibi yemek yiyin dediler. Sizi filme çekip, sonra bunu inceleyeceğiz.
Tamam dedik, koyulduk masayı hazırlamaya. Süt, yoğurt, makarna, köfte, ne varsa yerleştirdim bizimkinin önüne. Daha sonuncu kabı koymadan, bütün yiyecekler birer birer havada uçmaya başladı. Daha iki dakika dolmadan, ağlayıp sızlayan oğlum, mama
sandalyesinden inmek istedi. Utana, sıkıla, indirdim sandalyeden, masanın etrafındaki büyük sandalyelerden birine oturttum. Başladım, tipik oyunlara, şarkılara. Ağzına hiçbirşey sokmak mümkün değil. Bu sefer sandalyeden indi, odada
dolanıp duruyor, ben de elimde köfte, arkasında. Doktor evdeki
gibi davranın dedi ama, evde olsak ben şimdi bağırıp kızmaya başlamıştım ama filme çekiyorlar diye anlayışlı mutlu anneyi oynuyorum. Yok ama ter bastı, gülümsemem mümkün değil, eşime sataşmaya başladım. “Kendi yemeğinle meşgul olacağına birşey yap, senin de çocuğun değil mi bu?” O ne
desin? “Ne yapayım, bırak yemiyorsa
yemesin”. Çocuk aç, sabahtan beri hiçbir şey yemedi, nasıl babasın sen diye çıkışıyorum tabiki. Evet, tam evdeki gibi. Nihayet zamanımız doluyor ve doktor, hadi içerideki odaya geçelim, değerlendirme yapalım diyor.
Geçtiğimiz diğer odada dört-beş değişik genç uzman katılıyor seansa. Bir daire şeklinde oturuyoruz. Oğlum büyük bir dikkatle hem odayı hem insanları dikkatlice inceliyor. Uzmanlar ona laf
atıyorlar, oyuncak veriyorlar, keyfi yerinde. Sonra Alman doktor eşim ve bana sorular
soruyor, günlük hayatımıza, oğlumun karakterine, yemek saatlerimiz ve
alışkanlıklarımıza dair. Oğlumun yemek ile ilgili onu etkileyen, korkulu bir deneyimi olup olmadığını soruyor. Her yemek masasında yaşadığımız sinir stres dışında, tabi ki yok böyle birşey. Yemek yedirmeye calışırken yüzümün aldiği şekilleri, yansıttığı stress ve endişeyi de saymıyorum.
Oğlumla ilgili sorduğu sorular biranda değişiyor, bana günlük hayatımı anlatmamı istiyor, saati saatine. Anlatıyorum yaptığım işi, calışma saatlerimi, eve gelince neler yaptığımı, gece oğlum defalarca uyandığı icin kaç kere kalktığımı. Anlattıkça kendim de şaşırıyorum, nasıl bu kadar şeyi sığdırabiliriyorum tüm güne. Üstelik kendime özel hiç zaman ayırmadığım ortaya çıkıyor. İşler biter bitmez yorgunluktan sızıp uyuyorum. Sonra işimin stresinden, çocuk bakımının zorluğundan bahsederek konuşmaya devam ediyoruz.
Sonra, bu sevimli Alman doktor notlarını tamamlıyor ve gruba dönüp şunları söylüyor. “Arkadaşlar, elimizde depresyona girmiş, yorgun bir anne var. Evet, çocuk büyük olasılıkla açlık hissini tanımıyor ve yemek ihtiyacını zamanlı karşılamıyor. Oyun oynamayı, etrafı gözlemlemeyi yemek yemeye tercih ediyor, ancak bu sorunu çözmemiz için önce annenin kendi hayatını düzene sokması gerekiyor.”
İste o an kafama dank ediyor. Saçımı süpürge etmem, çocuğumun mutluluğu için kendimden vazgeçip, çırpınmam fedakar anne olmam anlamına gelmiyor. Ben mutlu ve sağlıklı değilsem, ailemin mutlu ve saglıklı olması mümkün değil. İşte o an, iyi bir anne olmanın gerçek anlamını keşfetmeye başladıgım andır.
Doktor bulgularını açıkladıktan sonra, oğlumun açlık hissini öğrenmesi ve kilo
alması için tavsiyelerde bulunuyor. Bu tavsiyeleri
bir sonraki yazımda sizlerle paylaşacağım.
Kendi hayat tarzımı değiştirip, doktorun önerdiği uygulamalara başladıktan kısa bir süre sonra oğlum yavaş da olsa kilo
almaya başladı. Yemek yeme alıskanlıkları en çok, kreşe başlayıp diğer çocuklarla birlikte kendi kendine yemek yediğinde düzeldi. Şimdi kilosu ortalamanin biraz altında ama bu beni hiç endişelendirmiyor.
4 Ekim 2013 Cuma
Üzülmeyi Bırak, Yaşamaya Bak
Üzüntünün ne kadar önemli bir sorun olduğunu düşünürsek, yazdığımız bu iki satırın üzüntülerinizin onda birinden bile kurtulmanıza yardımcı olması hoşunuza gitmez mi?
En çok nelere üzülüyoruz?
En çok hayatın
önemsiz, gereksiz detayları bizi üzüyor. Zaman zaman gerçek
sorunlar da çıkıyor karşımıza…Sanınırım en çok o zaman
anlıyoruz, daha önce boş şeylerin bizi ne kadar üzdüğünü. Hayattaki ciddi
acılar dışında, bir de hayatımızda devamlı bulunan, değiştiremeyeceğimiz kaçınılmaz üzüntü kaynakları var… En ümitsiz
olanı da gelecek endişesi ve geçmişin
pişmanlığı ile bugünü ISKALAMAK …
Gelecek için endişelenip bugünü yaşamayı
erteliyor musunuz?
Geçmişte olup bitenlerden pişmanlık
duyarak bugünü kendinize zehir ediyor musunuz?
Sabahları uyandığınızda o günü yaşayıp, tadını çıkarmak için
kararlı mısınız?
“Hayatım, asla gerçekleşmeyecek
talihsizlikleri düşünerek geçti.” diyen Montaigne tam da yaptığımız hatayı özetliyor bence.
Geleceği düşünmeyin; O kendi başının çaresine
bakacaktır.
Geçmişin de işe yaramasının tek bir yolu
var: Hatalardan ders alarak bunları tekrarlamamak, aynı duvara defalarca
toslamamak, sonra da gereken dersi alıp, geçmişe
takılmamak.
Yani geçmişi ve kendimizi özgür
bırakmak…Artık geçmiş geçmişte kalmıştır. Hiçkimse onu geri getiremez.
Yaşam yolculuğunu sürdürebilmek için kabullenmeyi öğrenmek gerekir.
Çocuklar “ben büyüyünce”
Büyükler “ben evlenince”
Evlenip iş bulanlar “emekli olunca” diye
söze başlıyor.
Emekli olanlarsa geçmişe bakıp o günleri
özlüyor. Ve bunların geçip gittiğine yanıyor.
Kelebek ömrü kadar
ömrümüz. Dikenlerin üzerinde yürüsek de…Bilsek bile yarınımız yine bir
mücadele…Ama yine de CENNET BİZİM İÇİMİZDE…
Üzüntülerden kurtulmak için sihirli bir formül ister misiniz? Dürüst olmakta yarar
var. SİHİRLİ BİR FORMÜLÜM YOK….Ben size
başka insanların bunu nasıl yaptığını anlatacağım ve gerisini size bırakacağım. Bir sonraki "Sorunlara Çözümler" isimli yazımizda bu konuyu değerlendirdik.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)